14 Haziran 2012 Perşembe

Giriş



Bir bitki ya da hayvanın eski jeolojik çağlardan bu yana yerkabuğunda korunmuş olan kalıntılarına ya da izlerine fosil denir. Yeryüzünün her tarafından derlenmiş olan fosiller, yaşamın başlangıcından bu yana yeryüzünde yaşamış canlılar hakkında bilgi veren en önemli kaynaktır.
Hava ile teması ani bir şekilde kesilen canlıların iskeletleri, bozulmadan günümüze kadar ulaşır. Fosillerin araştırılması, soyu tükenmiş hayvanlar ve bitkiler konusunda bilgilenmemizi sağlar. Bu bilgiler hangi zaman dilimlerinde hangi canlıların yaşadıkları hakkında da bilgi verir.
Yukarıda, altta soldaki resimde dört kanatlı bir böcek fosili, Eosen dönemine ait (54 milyon yıl önce) Sağında, Arı fosili, (24 milyon yıllık Dominik amberi) Sağ üstte, 25 milyon yıllık Termit fosili
Yüzlerce milyon yıllık fosil örnekleri, evrimciler için, kendi teorilerine uygun şekilde kullanabilecekleri birer malzemedir. Evrimciler bir fosili alır, bunu günümüz canlılarından biriyle ilişkilendirir ve bu fosilin söz konusu canlının atası olduğunu iddia ederler. Bunun üzerine oldukça ilginç ve detaylı senaryolar kurarlar. Söz konusu fosil bir balıksa, sözde bu fosilin "sadece birkaç kemiğinden" ilkel bazı özelliklere, yeni gelişmekte olan organlara, dönüşüm geçiren ara geçiş uzuvlarına sahip olduğunu iddia ederler. Bu canlı üzerine kitaplar yazar, konferanslar düzenler, bunu "yıllarca" aradıkları ara geçiş fosili olarak sergileyip dururlar.
Ta ki, bu fosilin canlı bir örneği karşılarına çıkıncaya kadar!
Bir canlının milyonlarca yıl önce yaşadığı bilinen halinin günümüzde bilim adamlarının karşısına canlı olarak çıkması, evrimcilerin ürettiği tüm masalları  altüst eder. Bu durum, evrimcilerin iddialarına göre milyonlarca yıl boyunca evrim geçirmiş olması gereken canlının, her nasılsa, bu hayali evrim sürecine hiç maruz kalmadığını gösterir. Dahası, evrime göre, tamamen ilkel canlıların yaşamış olması gereken bir dönemde, son derece kompleks özellikleriyle, tam olarak gelişmiş ve tümüyle o canlıya has yapılara sahip varlıkların bulunduğunu kanıtlar. Evrimcilerin "ilkel" zannettikleri canlı, hiç de ilkel değildir. Yani "tek hücreliden dönüşüm", "ara geçiş formu" ve "ilkel canlı" iddialarının geçersizliği, aldatıcılığı anlaşılmıştır. Özetle, "aşamalı evrim süreci"nin bir hikayeden ibaret olduğu, önemli bir delil ile bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Bu örnekle sergilenen tek bir gerçek vardır. Canlılar, evrim teorisinin hayali süreçleriyle oluşmamış, bir anda yaratılmışlardır. Yaratılış gerçeği, canlıların geçmişten kalan kusursuz izleri ile bir kez daha sergilenmiştir. Günümüzde tüm mükemmel özellikleriyle Allah'ın üstün sanatının tecellilerini oluşturan canlılar, günümüzden yüz milyonlarca yıl önce de aynı ihtişam ve mükemmelliğe sahiptirler. Yaratılış gerçeği, evrimcilerin hiç beklemedikleri şekilde, tüm evrimci spekülasyonları ve iddiaları ortadan kaldırarak, en mükemmel haliyle gözler önüne serilmiştir.
"Yaşayan fosiller", yeryüzündeki canlıların tümünün yoktan yaratıldıklarının, her birinin Allah'ın eşsiz birer mucizesi olarak kompleks ve üstün özelliklere sahip olduklarının bir delilidir. Bunun anlamı, milyonlarca yıl önce evrimcilerin iddia ettikleri hayali  gelişim sürecinin yaşanmadığıdır. Hayali ara geçiş örnekleri, hayali senaryolarıyla beraber yok olup gitmektedir.


Fosil Kayıtlarına Göre Türlerin Kökeni Yaratılış



Evrim teorisinin iddiasına göre, yeryüzündeki canlı türleri ortak bir atadan, küçük değişiklikler sonucunda türemişlerdir. Diğer bir deyişle, teoriye göre, canlı türleri birbirinden kesin farklılıklarla ayrılmamakta, süreklilik göstermektedir. Ancak, doğada yapılan gözlemler, ortada iddia edildiği gibi bir süreklilik olmadığını göstermiştir. Canlılar dünyasında görülen, birbirinden belirgin değişikliklerle ayrılan, farklı kategorilerdir. Omurgalı paleontolojisinde uzman olan evrimci Robert Carroll, bunu Patterns and Processes of Vertebrate Evolution (Omurgalı Evriminin Örnekleri ve Süreçleri) adlı kitabında şöyle itiraf eder:
Bugün dünya üzerinde neredeyse kavranamayacak kadar çok sayıda tür yaşıyor olmasına rağmen, bunlar birbirinden güçlükle ayırt edilebilen ara formlardan oluşan sürekli bir dağılım oluşturmazlar. Bunun yerine, türlerin neredeyse tamamı, birbirinden belirgin şekilde farklı temel gruplara aittirler.1
Evrim, tarihte yaşandığı iddia edilen bir süreçtir ve bizlere canlılığın tarihi hakkında bilgi verecek yegane bilimsel kaynak da fosil bulgularıdır. P. Grassé, bu konuda şunları söyler:
Doğa bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılığıyla açığa çıkar… Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluşturabilir ve evrimin gelişimini ve mekanizmalarını gösterebilir.2
Fosil kayıtlarının bu konuda bize ışık tutabilmesi için de, evrim teorisinin öngörüleri ile fosil bulgularını birbirleriyle karşılaştırmamız gerekir.
Evrimciler hiçbir bilimsel delili olmamasına rağmen, kuşların sürüngenlerden türediğini iddia ederler. Elbette ki böyle bir dönüşümün gerçekleşmiş olması mümkün değildir. Mükemmel bir yaratılışa sahip olan kuş tüylerinin, dinozor pullarından nasıl oluştuğuna ise asla akılcı ve bilimsel bir açıklama getiremezler.
Evrim teorisine göre sözde bütün canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir diğerine dönüşmüş ve bütün türler bu şekilde ortaya çıkmışlardır. Teoriye göre, bu dönüşüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamış ve kademe kademe ilerlemiştir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüşüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluşmuş ve yaşamış olmaları gerekir.
Örneğin geçmişte, balık özelliklerini hala taşımalarına rağmen, bir yandan da bazı sürüngen özellikleri kazanmış olan yarı balık-yarı sürüngen canlılar yaşamış olmalıdır. Ya da sürüngen özelliklerini taşırken, bir yandan da bazı kuş özellikleri kazanmış sürüngen-kuşlar ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar, bir geçiş sürecinde oldukları için de, sakat, eksik, kusurlu canlılar olmalıdır. Geçmişte yaşamış olduklarına inanılan bu teorik canlılara "ara geçiş formu" adı verilir.
Eğer gerçekten bu tür canlılar geçmişte yaşamışlarsa, bunların sayılarının ve türlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekir. Ve bu canlıların kalıntılarına mutlaka fosil kayıtlarında rastlanması gerekir. Çünkü bu ara geçiş formlarının sayısının bugün bildiğimiz hayvan türlerinden bile fazla olması ve dünyanın dört bir yanının fosilleşmiş ara geçiş formu kalıntılarıyla dolu olması lazımdır. Bu gerçek, Darwin tarafından da kabul edilmiştir ve Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabında bunu şöyle açıklamıştır:
"Eğer teorim doğruysa, türleri birbirine bağlayan sayısız ara-geçiş türleri mutlaka yaşamış olmalıdır... Bunların yaşamış olduklarının kanıtları da sadece fosil kalıntıları arasında bulunabilir.3
Ancak bu satırları yazan Darwin, bu ara formların fosillerinin bir türlü bulunamadığının farkındaydı. Bunun teorisi için büyük bir açmaz oluşturduğunu da görüyordu. Bu yüzden, Türlerin Kökeni kitabının "Difficulties on Theory" (Teorinin Zorlukları) adlı bölümünde şöyle yazmıştı:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.4
Darwin'in, bu büyük açmaz karşısında öne sürdüğü tek açıklama ise, o dönemdeki fosil kayıtlarının yetersiz olduğuydu. Darwin, fosil kayıtları detaylı olarak incelendiğinde, kayıp ara formların mutlaka bulunacağını iddia etmişti.

Fosil Kayıtlarının Yeterliliği



210 milyon yıllık kemikli balık fosili ve 33.7-53 milyon yıllık kurbağa fosili



55-35 milyon yıllık yengeç fosili ve 135 milyon yıllık bir tür deniz yıldızı fosili





355-295 milyon yıllık örümcek fosili ve 300 milyon yıllık kaplumbağa fosili


Acaba ara form fosillerinin yokluğu karşısında, Darwin'in 140 yıl önce savunduğu "ara formlar şimdi yok, ama yeni araştırmalarla bulunabilir" iddiası hala geçerli midir? Bir başka deyişle, yapılan tüm fosil araştırmalarının sonucuna bakarak, ara formların gerçekte hiçbir zaman yaşamadıklarının kabul edilmesi mi gerekir, yoksa yeni araştırmaların sonuçları mı beklenmelidir?
Bu soruya verilecek cevabı, elbette elimizdeki fosil kayıtlarının zenginliği belirler. Paleontolojik verilere baktığımızda ise, fosil kayıtlarının olağanüstü derecede zengin olduğunu görürüz. Dünyanın farklı bölgelerinden elde edilmiş milyarlarca fosil örneği vardır.5 Bu fosillere bakılarak, 250 bin farklı canlı türü tanımlanmıştır ve bunlar, şu anda yaşamakta olan yaklaşık 1.5 milyon türe olağanüstü derecede benzerdir.6 (Yaşamakta olan bu 1.5 milyon türün 1 milyon kadarı böceklere aittir.) Ancak bulunan sayısız fosil örneği arasında hiçbir hayali ara-geçiş formu fosili bulunamamıştır. Zengin fosil kayıtlarına rağmen bulunamayan ara formların, yeni kazılarla bulunması ise mümkün gözükmemektedir.
Yeryüzündeki bütün canlılar, tüm kompleks ve üstün özellikleriyle bir anda var olmuşlar, yani yaratılmışlardır. Evrimcilerin iddia ettikleri gibi canlıların birbirinden türediğini gösteren tek bir bilimsel delil dahi bulunmamaktadır.
Glasgow Üniversitesi paleontoloji profesörü T. Neville George, bu gerçeği yıllar önce şu şekilde kabul etmiştir:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkânsız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir.7
Amerikan Doğa Tarihi Müzesi Müdürü ünlü paleontolog Niles Eldredge ise, Darwin'in "fosil kayıtları yetersiz, ara formları o yüzden bulamıyoruz" iddiasının geçerli olmadığını şöyle açıklamaktadır:
Tüm deliller, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu sonucun doğru olduğunu göstermektedir: (Fosil kayıtlarında) gördüğümüz boşluklar, hayatın tarihindeki gerçek olayları yansıtmaktadır, bunlar yetersiz bir fosil birikiminin sonucu değildir.8
Robert Wesson ise, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki boşlukların gerçek ve olgusal" olduklarını şöyle açıklamaktadır:
Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boşluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soy oluşumunu gösterecek kayıtların yokluğu, son derece olgusaldır. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiçbir zaman yeni bir türe ya da cinse doğru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir diğeriyle yer değiştirdiği gözlenir. Değişim ise çoğunlukla anidir.9
Bu durum, evrim teorisinin 140 yıldır öne sürdüğü "ara form fosilleri bulunmuş değil, ama ileride bulunabilir" argümanının artık geçerli olmadığını göstermektedir. Fosil kayıtları canlılığın kökenini anlamak için yeterince zengindir ve bu gerçek karşımıza somut bir tablo çıkarmaktadır: Farklı canlı türleri, aralarında hayali evrimsel "geçiş formları" olmadan, yeryüzünde bir anda ve farklı yapılarıyla, ayrı ayrı ortaya çıkmışlardır.

Fosil Kayıtlarının Gösterdiği Gerçek

45-50 milyon yıllık Ağustos böceği fosili
Amber içindeki 24 milyon yıllık tırtıl fosili, tırtılların tarih boyunca hep aynı şekilde var olduklarının yani hiçbir evrim geçirmediklerinin bir delilidir.
Peki on yıllardır toplumların bilinçaltlarına yerleşen "evrim-paleontoloji" ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Neden çoğu insan, fosil kayıtlarından söz edildiğinde, bu kayıtlar ile Darwin'in teorisi arasında olumlu bir bağlantı olduğu izlenimine kapılmaktadır? Bu soruların cevabı, ünlü bilim dergisi Science'daki bir makalede şöyle açıklanır:
Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dışında kalan çok sayıda iyi eğitimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun olduğu gibi yanlış bir fikre kapılmıştır. Bu büyük olasılıkla, ikincil kaynaklardaki olağanüstü basitleştirmeden kaynaklanmaktadır; alt seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düşünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) gelişmeler elde etmeyi ummuşlardır. Bu gelişmeler elde edilememiş, ama yine de iyimser bir bekleyiş devam etmiş ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmiştir.10
N. Eldredge ve Ian Tattersall ise bu konuda şu önemli yorumu yaparlar:
Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise, gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur... Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının, Darwin'in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir. Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir.
Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.11
Amerikalı paleontolog S. M. Stanley ise, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu bu gerçeğin, bilim dünyasına hakim olan Darwinist dogma tarafından nasıl göz ardı edildiğini ve ettirildiğini şöyle anlatır:
Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle uyumlu değildir ve hiçbir zaman da uyumlu olmamıştır. İlgi çekici olan, birtakım tarihsel koşullar aracılığıyla, bu konudaki muhalefetin gizlenmiş oluşudur... Çoğu paleontolog, ellerindeki kanıtların Darwin'in küçük, yavaş ve kademeli değişikliklerin yeni tür oluşumunu sağladığı yönündeki vurgusuyla çeliştiğini hissetmiştir... ama onların bu düşüncesi susturulmuştur.12
Şimdi, fosil kayıtlarının şimdiye dek "susturulmuş" olan gerçeğini biraz daha detaylı inceleyelim.

Fosil Kayıtlarındaki Durağanlık: ‘Stasis’



Doğa tarihini incelediğimizde karşımıza, "farklı anatomik yapılara evrimleşen" değil, yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişmeden kalan canlılar çıkmaktadır. Fosil kayıtlarındaki bu "değişmezlik", bilim adamları tarafından "stasis" (durağanlık) olarak tanımlanmıştır. Yaşayan fosiller ve günümüzde varlığını korumayan ama dünya tarihinin birbirinden farklı dönemlerinde fosil bırakmış olan canlılar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın somut delilleridirler. Ve fosil kayıtlarındaki söz konusu durağanlık, aşamalı bir evrim sürecinin yaşanmadığını gösterir. Stephen Jay Gould, Natural Historydergisindeki yazısında fosil kayıtlarının evrim teorisi ile olan tutarsızlığını şu şekilde ifade etmiştir:
Mezozoik döneme ait (245-65 milyon yıl arası) vatoz fosili, günümüz denizlerinde yaşayan vatozların sahip olduğu tüm özelliklere sahiptir. Yaklaşık 250 milyon yıllık bu canlı, evrimsel süreç iddiasının tamamen bir hayal olduğunu açıkça göstermektedir.
Çoğu fosil türünün tarihi, kademeli gelişim ile tutarsız olan iki özellik gösterir:
1. Stasis. Çoğu tür dünya üstünde geçirdikleri süre boyunca hiçbir yönlü değişim göstermemektedir. Fosil kayıtlarından kayboldukları sırada nasıl görünüyorlarsa ortaya çıktıklarında da aynı görünümdedirler; morfolojik değişim çoğunlukla sınırlıdır ve yönlü değildir.

2. Birden ortaya çıkış. Herhangi bir yerel bölgede, bir tür, atalarının sabit dönüşümü neticesinde kademeli olarak ortaya çıkmamaktadır; birden ve 'tam gelişmiş' olarak ortaya çıkmaktadır.13
Eğer bir canlı, milyonlarca yıl önceki tüm özellikleri ile günümüzde kusursuz şekilde varlığını sürdürüyorsa ve hiçbir değişim geçirmediyse, bu durum Darwin'in öngürdüğü aşamalı evrim modelini tamamen ortadan kaldıracak kadar güçlü bir kanıttır. Öyle ki, yeryüzünde bunu kanıtlayacak tek bir örnek değil, milyonlarca örnek bulunmaktadır. Canlılar, milyonlarca yıl hatta kimi zaman yüz milyonlarca yıl önce var oldukları hallerinden hiçbir farklılık göstermemektedirler. Bu durum, Niles Eldredge'in açıkça ifade ettiği gibi, paleontologların, hala savunulmakta olan evrim fikrinden artık "kaçınmalarına" sebep olmaktadır:
Paleontologların evrimden bu kadar uzun süre kaçınmış olmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Evrim asla gerçekleşmemiş gibi görünmektedir. Kayalıklarda dikkatle ve sabırla yürütülen toplama çalışmaları zigzaglar, küçük salınımlar, ve çok nadiren milyonlarca yıl boyunca görülen değişimlerin küçük birikintilerini ortaya çıkarmaktadır – ki bunlar evrimsel tarihte yaşanmış olan tüm o müthiş değişimi açıklayamayacak kadar yavaş bir hızdadır.14
Fosil kayıtlarındaki durağanlık, gerçekten de evrim savunucuları için en büyük problemi teşkil eder. Çünkü evrimciler, hayali evrim süreci için gereken kanıtları fosil kayıtlarında ararlar. Ancak fosil kayıtları, beklenen ara geçiş formları örneklerini vermemekte, dahası, yüz milyonlarca yıl içinde değişim geçirdiği iddia edilen bir canlının hiçbir evrim geçirmediğini gözler önüne sermektedir. Canlı formları, milyonlarca yıl önceki halleri ile aynıdırlar ve Darwin'in öngördüğü aşama aşama değişimi geçirmemişlerdir. Niles Eldredge, evrimci paleontologların uzun süre ihmal ettikleri durağanlık gerçeğinin, Darwin'in aşamalı evrim iddiasını çürüttüğünü şu şekilde izah etmektedir:
Fakat durağanlık, hayatın tarihinin evrimsel biyolojide gözardı edilmemesi gereken bir özelliği olarak terk edildi, ve Gould ile birlikte böyle bir durağanlığın, hayatın tarihinin yüzleşilmesi gereken gerçek bir yönü olduğu, ve aslında evrimin temel fikrinin kendisine yönelik hiçbir esas tehdit teşkil etmediğini gösterene kadar da gözardı edilmeye devam etti. Çünkü bu Darwin'in sorunuydu: Darwin, evrim fikrinin inandırıcılığını sağlamak için türlerin sabitliğine dair eski doktrini yıkmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Darwin'e göre stasis, aksi bir uygunsuzluktu.15
Darwin'in aşamalı evrim iddiasının geçersizliğini görerek, buna karşı Stephen J. Gould ile birlikte "sıçramalı evrim" iddiasını ortaya atan Niles Eldredge'in yukarıdaki ifadeleri, durağanlığın Darwin'e problem oluşturması konusunda oldukça doğruydu. Fakat Eldredge'in de açıkça ihmal ettiği ve görmezden geldiği nokta, fosil kayıtlarında açıkça görülen durağanlığın, sıçramalı evrim için de büyük bir sorun oluşturduğuydu.
Fosil Kayıtlarında Durağanlık
Eğer gerçekten bir evrim yaşanmış olsaydı, ki hiçbir şekilde yaşanmamıştır, canlıların yeryüzünde küçük kademeli değişimlerle ortaya çıkmaları ve zaman içinde de değişmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tam aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları, fosil kayıtlarında hiçbir ataları olmadan aniden ortaya çıkmışlar ve yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişim geçirmeden durağan bir biçimde kalmışlardır.
Ammonitler, yaklaşık 350 milyon yıl önce ortaya çıktılar ve 65 milyon yıl kadar önce soyları tükendi. Aradaki 300 milyon yıl boyunca üstteki fosilde görülen yapıları hiç değişmedi.
400 milyon yıllık deniz yıldızı fosili
Ordovisyen Dönemi'ne ait "atnalı yengeci" fosili. Bu 450 milyon yıllık fosil de, günümüzde yaşayan örneklerinden farksız.
Ordovisyen Devri'ne ait istiridye fosilleri.
35 milyon yıllık fosil sinekler. Günümüzde yaşayan sineklerle aynı vücut yapısına sahipler.
Jurasik Dönem'e ait yaklaşık 170 milyon yıllık karides fosili.
Günümüzdeki karideslerden hiçbir farkı yok.
Almanya'nın Bavyera bölgesinde bulunan 140 milyon yıllık yusufçuk fosili, şu anda yaşayan yusufçukların aynısıdır.

İskoçya'daki East Kirkton bölgesinde bulunmuş olan bilinen en eski akrep fosili. Pulmonoscorpius kirktonensis adı verilen türe ait bu akrep, 320 milyon yıllık ve günümüz akreplerinden farksız. (solda) Baltık Denizi kıyılarında amber içinde bulunan yaklaşık 170 milyon yıllık bir böcek fosili. Yaşayan örnekleriyle tıpatıp aynı. (solda başta)


Sıçramalı evrim (Punctuated Equilibrium – Kesintiye Uğramış Denge) modelini öne süren paleontologlar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın bir "sorun" olduğunu kabul etmiş ama evrim fikrinden vazgeçmeyi imkansız gördükleri için canlıların küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluştuğunu öne sürmüşlerdi. Bu iddiaya göre evrimsel değişiklikler, çok kısa zaman aralıklarında ve çok dar popülasyonlar içinde gerçekleşmekteydi. Bu vakte kadar canlı popülasyonu hiçbir değişim göstermiyor ve bir tür denge durumunda kalıyordu. Popülasyon çok dar olduğu için büyük mutasyonlar sözde çok kısa sürede doğal seleksiyon mekanizması vasıtasıyla seçiliyor ve böylece ve her nasılsa yeni bir türün oluşumu sağlanıyordu.
Sıçramalı evrim modelinin, mikrobiyoloji ve genetik bilimleri tarafından çok fazla delil ile yalanlanmış olduğu bugün bilinen bir gerçektir. (Detaylı bilgi için bkz. Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya) Ayrıca fosil kayıtlarındaki durağanlığa ve dolayısıyla ara form yokluğuna açıklama getirmek için öne sürülen sıçramalı evrimin "dar popülasyonlar" iddiası da yine hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Yeni bir tür oluşumunun, sayıca son derece az hayvanı ve bitkiyi barındıran topluluklarda gerçekleştiğini iddia eden sıçramalı evrim, dar popülasyonların genetik yönden evrim teorisi için avantajlı değil, dezavantajlı olduğunun açıkça ortaya çıkmasıyla büyük bir darbe almıştır. Dar popülasyonlar, yeni bir tür oluşumuna yol açacak şekilde gelişmek bir yana, ciddi genetik bozukluklar ortaya çıkarmaktadır. Bunun nedeni, dar popülasyonlarda, bireylerin sürekli dar bir genetik havuz içinde çiftleşmeleridir. Bu yüzden normalde "heterozigot" olan bireyler giderek "homozigot" haline gelmektedir. Bunun sonucunda da, normalde çekinik (resesif) olan bozuk genler, baskın (dominant) hale gelmekte ve böylece popülasyonda giderek daha fazla genetik bozukluk ve hastalık ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla fosil kayıtlarındaki ara form eksikliği, dar popülasyonlarda gerçekleşen bir evrimin sonucu değildir. Tüm bu bilimsel olanaksızlıkların yanısıra, sıçramalı evrim taraftarlarının, küçük popülasyonlarda meydana gelen değişikliklerin izinin, fosil kayıtlarında neden bulunamadığı sorusuna verebilecek bir cevapları yoktur.
Kurbağaların kökeninde de bir evrim süreci yoktur. Bilinen en eski kurbağalar, balıklardan tamamen farklıdır ve kendilerine has yapılarıyla ortaya çıkmışlardır. Ve günümüzdeki kurbağalarla aynı özelliklere sahiplerdir. Dominik Cumhuriyeti'nde bulunan amber içindeki kurbağa fosili yaklaşık 25 milyon yıllıktır ve yaşayan örnekleriyle arasında hiçbir fark yoktur.
Bu açık gerçek gösterir ki, hem Darwin'in ortaya attığı aşamalı evrim modeli, hem de onun sunduğu geçersizlikleri örtbas edebilmek için öne sürülen sıçramalı evrim modeli, fosil kayıtlarındaki durağanlığı, canlı formlarının ani ortaya çıkışlarını ve ara form yokluğunu açıklayamamaktadır. Bu durum, her ne teori öne sürülürse sürülsün, canlıların evrim geçirdiğine dair her türlü iddianın başarısızlıkla sonuçlanacağını, bilimsel olarak çöküşe uğramaya mahkum olacağını tüm açıklığıyla göstermektedir. Çünkü canlılar evrimleşmemişlerdir; Allah tüm canlıları kusursuz halleri ile yoktan var etmiştir. Dolayısıyla canlıların evrimleştiğini savunan her iddia, yok olmaya mahkumdur.
Sıçramalı evrim teorisinin fikir babası Stephen J. Gould, Hobart & William Smith College'de verdiği bir konferansta bu gerçeği tüm açıklığıyla şu şekilde itiraf eder:
Her paleontolog çoğu türlerin değişmediğini bilir. Bu sıkıntı vericidir… korkunç bir sıkıntıya neden olur… [Canlılar] biraz daha büyük veya yamru-yumru olabilirler fakat aynı tür olarak kalmaya devam ederler ve bunun nedeni kusurluluk veya boşluklar değil, durağanlıktır. Fakat bu olağanüstü durağanlık genellikle bir veri olarak görmezlikten gelinmiştir. Eğer değişmiyorlarsa, söz konusu olan evrim değildir; o halde bundan söz etmezsiniz.16

Çevrenin "Etkisizliği"

Denizlerin en tehlikeli canlılarından biri olan köpek balığı ve 400 milyon yıllık fosili bize köpek balıklarının hiçbir evrim süreci geçirmediğini açıkça göstermektedir.
Yaşayan fosiller, günümüzdeki örnekleriyle geçmişten kalan fosil örnekleri arasında farklılık bulunmayan, dolayısıyla türlerin milyonlarca yıl boyunca hiçbir evrim geçirmediği gerçeğine ayna tutan kanıtlardır. Bu yönleriyle evrim teorisine ağır bir darbe oluşturmaktadırlar. Bilindiği gibi evrim teorisi, ancak değişen çevre şartlarına uyum sağlayabilen canlıların hayatta kalacağını, hayali bir takım rastlantısal değişimlerin etkisiyle canlıların bu süreçte başka canlılara evrimleşeceğini iddia etmektedir. Yaşayan fosiller ise, teorinin, türlerin zaman içinde değişen şartlara göre değişim geçireceği iddiasının asılsız bir hikayeden ibaret olduğunu ortaya koymaktadır. Tarihte yüz milyonlarca yıl geriye uzanan, çok eski yaşayan fosil örnekleri mevcuttur. Yaklaşık dört yüz milyon yıllık olduğu halde hiçbir değişim izi ortaya koymayan köpek balığı ve evrimcilerin soyu tükenmiş bir ara-geçiş canlısı olarak ortaya attıkları ama günümüzde halen yaşayan bir dip balığı olduğu anlaşılan Cœlacanth gibi canlıların fosilleri, evrim teorisinin değişim senaryosunu yalanlayan çok çarpıcı bir tablo çizmektedir.
Focus dergisi de evrimci bir yayın olmasına karşın, Cœlacanth'ın konu edildiği Nisan 2003 tarihli sayısında, bu balık gibi milyonlarca yıldır değişmeyen canlılardan şöyle söz etmiştir:
Cœlacanth gibi büyük bir canlının, bunca yıl bilim dünyasının bilgisinden uzak yaşadıktan sonra bulunması, çok fazla ilgiyi üstüne çekmesine yol açtı. Oysa, Cœlacanth gibi milyonlarca yıl öncesinden kalan fosilleriyle tıpa tıp benzerlik içindeki organizmaların sayısı oldukça fazla. Örneğin, bir kabuklu türü olan Neopilina, 500 milyon yıldan beri, akrep, 430 milyon yıldan beri; zırhlı ve kılıç kuyruklu bir hayvan olan deniz canlısı Limulus, 225 milyon yıldan beri; yalnızca Yeni Zelanda'da yaşayan bir tür sürüngen olan Tuatara da, yaklaşık 230 milyon yıldan beri değişmedi. Eklembacaklıların birçok takımı, timsahlar, deniz kaplumbağaları ve birçok bitki türü de uzayıp giden listenin bir parçası.17
Birkaç milyon yıllık Akçaağaç yaprağının fosili ve günümüzdeki Akçaağaç yaprakları.
160 milyon yıllık, bilinen en eski semender fosili.
2 milyon yıllık amber içinde karınca fosili ve üstünde günümüzde yaşayan karınca. Bu canlılar, milyonlarca yıl önce de günümüzdekilerden farklı değildi.
190 milyon yıllık timsah fosili ve günümüzdeki yaşayan örneği.
120 milyon yıllık kuş tüyü fosili.
Çuha çiçeği fosili ve günümüzde yaşayan çuha çiçeği.
Milyonlarca yıllık yılan fosilleri, yılanların hiçbir değişime uğramadıklarını göstermektedir.
Bir tür ağaçkakan tüyü fosili. Günümüz ağaçkakan tüyleriyle aynıdır. (Yukarıda solda) Bugüne kadar bulunan en eski çiçekli bitki fosili.
(Yukarıda sağda)
Focus dergisi, hamam böceği ve archaebakterilerden örnek vererek, bu fosillerin evrim teorisine vurduğu darbeyi ise açıkça itiraf etmektedir:
Evrim çizgisinden bakıldığında, bu tip organizmaların mutasyona uğrama olasılığı, diğerlerine göre çok daha yüksek. Çünkü, her yeni nesil, DNA'nın kopyalanması demek. Milyonlarca yıl süresince kopyalama işleminin kaç kez yapıldığını düşününce, ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor. Teoride, değişen çevre koşulları, düşman türler, türler arası rekabet gibi çeşitli baskı unsurlarının doğal seçime neden olması, mutasyona uğramış avantajlı türlerin seçilmesi ve bu türlerin, bu kadar uzun zaman içinde çok fazla değişikliğe uğraması gerekiyordu. AMA GERÇEKLER BÖYLE DEĞİL. Sözgelimi, hamamböceklerini ele alalım. Çok hızlı ürüyorlar, ömürleri de kısa, ama yaklaşık 250 milyon yıldan beri aynılar. Daha çarpıcı bir örnek ise archaebakteriler. Tam 3.5 milyar yıl önce, Dünya henüz çok sıcakken ortaya çıktılar, günümüzde de Yellowstone Milli Parkı'ndaki kaynar sularda yaşamaya devam ediyorlar.18
Evrim teorisi, türlerin doğa tarihi hakkında yazılan, ancak bu alanda elde edilen bilimsel bulgularla kesin olarak yalanlanan hayali bir hikayeden ibarettir. Yaşayan fosiller, çevrenin canlılar üzerindeki etkisinin "evrim" değil, tam aksine "evrimsizlik" olduğunu göstermektedirler. Türler günümüzdeki beden yapılarına tesadüfi bir değişim sürecinden geçerek ulaşmamışlardır. Hepsi Yüce Allah tarafından kusursuzca var edilmişlerdir ve yeryüzündeki varlıkları boyunca hep yaratıldıkları şekilde yaşamışlardır.
Amber içinde 50 milyon yıllık akrep fosili. (en solda) Milyonlarca yıldır değişmemiş bir canlı olan Tuatara'nın fosili ve günümüzdeki hali. (ortada) 150 milyon yıllık atnalı yengeci fosili ve günümüzdeki Atnalı yengeci. (en sağda)


Yaşayan Fosillerden Örnekler



Jeolojik dönemlere ait örneklerinin fosil katmanlarında bulunduğu, yaşayan örneklerinin de günümüzde ele geçtiği canlılara "yaşayan fosiller" adı veriyoruz. Bu canlılar, milyonlarca yıllık örneklerinden hiçbir fark ortaya koymamakta, fosil formlarının canlı örneklerini oluşturmaktadırlar. Bunların kuşkusuz en önemli örneği, evrimcilerin yıllarca en önemli sözde ara geçiş canlısı olarak tanıtıp üzerinde sayısız spekülasyon yaptıklarıCœlacanth'dır.

Sahte Ara Geçiş Örneği: Cœlacanth

Güney Afrika kıyılarında, 1938 kışında, The Nerina adı verilen bir balıkçı teknesi, Hint Okyanusu'nda Chalumna nehrine yakın bir yerlerde 70 milyon yıl önce soyunun tükenmiş olduğu düşünülen bir balık yakaladı. Bu balık, dinozorlarla aynı zamanda yetişip büyümüş olan Cœlacanth idi…19
410 milyon yıllık Coelacanth fosili
Evrimci paleontolog J. L. B. Smith ve Comores adalarında canlı halde bulunan Coelacanth. Bulunan bu ilk örnek ile Coelacanth'ın tam bir balık olduğu, evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir ara geçiş canlısı olmadığı ortaya çıktı. Bundan sonra bulunan 200 canlı örnek, bu önemli gerçeği pekiştirmişti.
Oxford Üniversitesi, Doğal Bilimler Akademisi başkanı evrimci Keith S. Thomson'un bu sözleri, bir evrim efsanesinin nasıl yok olduğunun açık bir ifadesidir. Çünkü Cœlacanth'ın canlı bir örneğinin yakalanması, evrimin en büyük sahte dayanaklarından birini ortadan kaldırmıştır.
Fosil kayıtlarına göre 410 milyon yıl öncesine (Devonian Dönemi) dayananCœlacanth, evrimciler tarafından, balıklar ile amfibiyenler arasında yer alan çok güçlü bir ara form delili sayılıyordu. 70 milyon yıl önce (Kretase Dönemi) fosil kayıtlarından gizemli bir şekilde silinmiş ve o dönemde soyunun tükendiğine inanılmıştı.20 Evrimci biyologlar, bu canlının fosillerinden yola çıkarak, canlının vücudunda tam olarak işlev görmeyen, yani evrimcilerin tabiriyle "ilkel" bir akciğer bulunduğunu ileri sürmüşlerdi. Cœlacanth üzerindeki spekülasyonlar o kadar yaygınlaştırıldı ki, bu canlı, pek çok bilimsel kaynağa en önemli evrim delili olarak girdi ve hatta bu canlının denizden karaya çıkarken çizilmiş resimleri bilimsel kaynaklarda büyük bir hızla yayınlanmaya başladı. Elbette bütün bu varsayımların, sahte çizimlerin, sahte iddiaların dayanağı, bu canlının soyu tükenmiş olmasına dair kesin inançtı.
Fakat durum farklıydı. İlki 1938 yılında Güney Afrika'da, ikincisi 1952 yılında Madagaskar'ın Kuzeybatısındaki Comores adalarında ve diğeri ise 1998 yılında Endonezya Sulawesi'de olmak üzere Cœlacanth, 200'den fazla kere günümüz okyanuslarında yakalandı. Ele geçirilen ilk Cœlacanth karşısında şaşkınlığını açıkça ifade etmekten kendini alamayan evrimci paleontolog J. L. B. Smith, "Yolda dinozora rastlasaydım, daha çok şaşırmazdım," diyordu.21
Bulunan canlı Coelacanth örneklerinden bir diğeri.
Cœlacanth'ın canlı örneklerinin bulunmasıyla bu canlı hakkındaki iddiaların bir aldatmacadan başka bir şey olmadığı da ortaya çıkmış oldu. Evrimci araştırmacıların ilkel akciğer olduğunu öne sürdükleri yapı, balığın vücudunda bulunan bir yağ kesesinden başka bir şey değildi. Ayrıca evrimciler bu canlıyı hep sığ sularda yaşayan ve sudan çıkmaya hazırlanan bir sürüngen adayı olarak tanıtmışlardı. Oysa Cœlacanth'ın gerçekte okyanusun en derin sularında yaşayan ve 180 m derinliğin üzerine hemen hiç çıkmayan bir dip balığı olduğu anlaşıldı.22
Canlı Cœlacanth balığının kuyruğu ile 140 milyon yıllık fosil hali birbirlerinden tamamen farksızdır.
1987 yılında Alman doğabilimci Hans Fricke'nin yaptığı araştırmalar da bu sonuçları doğruladı. Fricke, Grand Comoro adalarında Cœlacanth'ları gözlemlemiş ve fotoğraflandırmıştı. Bu canlıların, öne, arkaya, hatta baş aşağı yüzdüklerini görmüş ama hiçbir şekilde deniz dibinde yüzgeçleriyle hareket etme gibi "yürümeyi" andıracak bir hareket şekli göstermediklerini tespit etmiştir.23
Cœlacanth'ın bir yaşayan fosil örneği olması, evrimcilerin sudan karaya çıkış gibi hayali bir senaryo için gururla sunup sergiledikleri tek sözde delili de ortadan kaldırıyordu. 1938 yılında günümüz denizlerinde karşılaşılan bu canlı, öylesine önemli bir balıktı ki, evrimcilerin çok uzun zamandır anlamazlıktan geldikleri "sudan karaya geçiş sahtekarlığını" bir anda ortaya çıkarmıştı. Evrimciler, bu canlı gerçek karşısında kimseyi suçlayamadılar, kimseyi "bunun aksi oldu" diye iknaya kalkışmadılar. Cœlacanth ve onun sudan karaya çıkış hikayesi ile ilgili hiçbir yeni iddia ortaya atamadılar. Fosil kayıtlarındaki durağanlık, evrimi, en büyük dayanaklarından bir tanesini ortadan kaldırarak yıkmıştı.
Politik bilim profesörü Robert G. Wesson, bu gerçeği şu sözlerle açıklamıştı:
Soyunun tükenmiş olduğu sanılan ama 1938 yılında tekrar keşfedilen sağlıklı yüzgeçlere sahip Cœlacanth, yaklaşık 450 milyon yıldır durağan durumdadır… Bu neredeyse zamansız türler, tüm canlılarda söz konusu olan protein değişikliklerinden muaf değildirler. Ve bunlar adaptasyon eksikliği olmadan çeşitli şekillerde çeşitlenmiş olmalıdırlar. Ama bunların örnekleri her nasılsa adeta donmuştur... Geleneksel evrim teorisinin görüşüne göre, uzun süreli durağanlığın açıklanması zordur. Türler yeni şartlara ve fırsatlara adapte oldukları için hızlı evrim daha kapsamlı olmalıdır. Ama milyonlarca yıl boyunca değişen koşullar altında değişmeden kalan türlerle bağdaşmamaktadır.24


450 milyon yıllık atnalı yengeci fosili. Fosilin günümüzde yaşayan atnalı yengeçlerinden hiçbir farkı yoktur. Günümüzden yaklaşık yarım milyar yıl önce de aynı özelliklere ve aynı kompleks donanımlara sahiptir. Bu gerçek, Darwinistlere göre canlıların evrim geçirmeleri gereken bir dönemde evrimin hiçbir şekilde yaşanmadığını açıkça gösterir.

Atnalı Yengeci

İlk fosil kayıtları 425 milyon yıl öncesine dayanan atnalı yengeci, günümüz sahillerinde aynı şekli ile varlığını sürdüren önemli bir yaşayan fosil örneğidir. Kumsalda rahat yürümesini sağlayan ve bir dümen gibi hareket eden kuyruğu, son derece kompleks birleşik yapıdaki iki gözü ve tüm diğer özel yapıları ile günümüzden 425 milyon yıl önce, bugünkü şekliyle varlığını sürdürmüştür.

Hamam Böceği

300 milyon yllk hamam böceği fosili, günümüzde yaşayan hamam böcekleriyle tamamen aynı özelliklere sahiptir. 300 milyon yıllık bu yaşayan fosil, Darwin'in evrim teorisini kesin olarak reddetmektedir.
Hamam böceği, bugüne kadar yaşamış olan en eski kanatlı böcektir. Fosil formu bundan tam 350 milyon yıl önce Karbonifer Dönemi'nde ortaya çıkmıştır.25 Bu canlı, en küçük bir harekete, hatta bir hava akımına karşı bile oldukça hassas olan çeşitli uzantılarıyla, mükemmel kanatlarıyla, nükleer radyasyona bile karşı koyabilecek dayanıklı yapısıyla, 350 milyon yıl önceki halinden farksızdır.26

Okapi

Evrim teorisinin en büyük sahte delillerinden birini çürüten, hatta evrim adına yapılmış önemli bir sahtekarlığı ortaya çıkaran yaşayan fosillerden biri de sayfanın altında resmi görülen Okapi'dir.
Bu canlının bulunan fosilleri Miocene devrine aitti. 1901 yılında ilk defa canlı olarak ele geçirilene kadar, Okapi'nin soyunun tükenmiş olduğu sanılıyordu. Ve bu nedenle de evrimciler tarafından alınıp tamamen sahte bir iddia olan atın evrimi senaryosuna bir ara geçiş canlısı olarak dahil edildi. Ancak Okapi'nin canlı örneğinin ele geçirilmesiyle, atın evrimi senaryosu da ortadan kalkmış oluyordu.
Memelilerin hayali kökeni konusunda "atın evrimi", uzun bir süre boyunca evrimcilerin baş tacı ettikleri bir konuydu. Çeşitli boy sırasına göre canlılar arka arkaya dizilmiş ve aralarındaki anatomik farklılıklar hiç dikkate bile alınmadan bunların atın evrimsel aşamaları olduğu öne sürülmüştü. Yıllar boyunca doğal tarih müzelerinde sergilenen bu seri, evrime bir delilmiş gibi ders kitaplarında bile anlatıldı. Ancak bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizliğini açıkça kabul etmekte ve bunun tümüyle göz boyamaya dayanan bir sahtekarlık örneği olduğunu itiraf etmektedir.
Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun, fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştır:
Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan, bugünün daha büyük tek tırnaklı atına, bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren, ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu, uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.27
Rensberger'in bulguları doğrudur, atın evrimi adı verilen bir sürecin yaşandığına dair hiçbir kanıt yoktur. At serisi iddiası, tamamen spekülatiftir, gerçeklere dayanmamaktadır ve bu canlıların aralarında anatomik ve fiziksel oldukça büyük farklar bulunmaktadır. Ancak Rensberger'in ihmal ettiği nokta, söz konusu canlıların tümünün soylarının tükenmiş olmadığıdır. 1901 yılında canlı örneği ile karşılaşılan Okapi, evrimcilerin ara geçiş formu olarak sergiledikleri bir canlının günümüzde halen yaşamakta olduğunu göstermiştir. At ile hiçbir ilgisi olmayan, daha çok zebraya benzeyen bu canlı, Miosen Dönemi'nde de (23 - 5.3 milyon yıl önce), şu anda sahip olduğu kompleks özelliklerle yaşamıştır.
Bir yaşayan fosil olan Okapi, evrimin en büyük iddialarından bir tanesini bir kez daha çürütmüştür. Her yönden tutarsızlıklarla dolu olan atın evrimi senaryosu, tamamen ortadan kalkmış, evrimin bir başka utancı olarak rafa kaldırılmıştır. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden Dr. Niles Eldredge, hala müzenin alt katında duran bu şema hakkında şunları söyler:
Hayatın doğası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örneğiyse, belki 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmuştur. Ancak şimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kişilerin yaptıkları tahminlerin, yalnızca spekülasyon olduklarını düşünüyorum.28

Diğer Yaşayan Fosiller

Üstte, 146-65 milyon yıllık Nautilus fosili ve altında günümüzde yaşayan Nautiluslar.
Gazetelerde sık sık, "20 milyon yıllık örümcek fosili bulundu", "35 milyon yıllık kertenkele fosili bulundu" gibi haberler dikkatinizi çekmiştir. Bu haberlerin her biri aslında evrim süreci gibi bir senaryonun hiçbir şekilde gerçekleşmediğinin açık birer delilidir. Yaşayan fosillere verilebilecek çok fazla örnek vardır. Üstelik bu örnekler, yüzlerce milyon yıl geriye kadar gitmektedir.
Timsah, 200 milyon yıl önce yaşamış olan bir canlıdır ve fosil kayıtları bunu doğrular.29 Ama günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Ginko ağaçları, 125 milyon yıl önce de yaşamışlardır, günümüzde de canlı örnekleri bulunmuştur. Neopilina yumuşakçaları 500 milyon yıl, tuatara kertenkelesi 200 milyon yıl, hatta arkeabakteriler 3.5 milyar yıl önce yaşamış varlıklardır.30 Ve aynı mükemmel sistemleri ve kompleks yapılarıyla günümüzde de yaşamlarını sürdürmektedirler. Nautilus'lar bir grup yumuşakçadır ve 300 milyon yıl önceki denizlerde yaşamaktadırlar.31 Bu canlılar, günümüz denizlerinde de aynı şekilde varlıklarını sürdürmekte, aynı şekilde beslenip, aynı şekilde çoğalmaktadırlar.
Avustralya ve Afrika akciğerli balığı da 400 milyon yıl öncesinde varlığını sürdüren ve şu anda da yaşamakta olan bir yaşayan fosil örneğidir. Charles Darwin, bu balıkların günümüzdeki varlıkları hakkında şaşkınlığa düşmüş, Türlerin Kökeni kitabında söz konusu türleri bu nedenle "anormal formlar" olarak nitelendirmiş ve bunların "neredeyse yaşayan fosil olarak adlandırılabileceklerini" belirtmiştir.32
125 milyon yıl önce yaşayan Ginko ağacı yaprağı fosili ve günümüzdeki hali.
Değişmeden günümüzde varlıklarını milyonlarca yıl önceki halleriyle aynen devam ettiren canlılar bunlarla sınırlı değildir. Mersinbalığı, zargana, ıstakoz, kerevit ve Devonian dönemine ait köpek balıkları, yaşayan fosillere birer örnektirler. Uskumru, tatlı su levreği, ringa balığı, denizanası, süngerler, kurbağalar, arılar, karıncalar, kelebekler ve termitler, yine değişmeden kalan bu canlılara örnektirler. 230 milyon yıllık yusufçuk, 100 milyon yıl öncesine ait asker karıncalar, 150 milyon yıllık semender günümüzde de yaşamaktadır. Bu durum örümcek gibi araknidler ve kırkayak gibi miriapodlarda da aynıdır.33 34
Son olarak kendi kanı ile birlikte bir amber içinde bulunan ve 20 milyon yıllık olduğu tespit edilen örümcek fosili de 2000'li yılların en önemli keşiflerindendir. Manchester Üniversitesi'nden yapılan açıklamada 4 cm uzunluğunda ve 2 cm eninde olan canlının 20 milyon yıl önceki halinin, günümüz örümceklerinden hiçbir fark göstermeden reçine içinde saklanmış olduğu bildirilmiştir. Örümceğin kendi kalıntısı ile birlikte kan örneğinin de, bu canlının DNA yapısının tespit edilmesini sağlaması umulmaktadır.35 Ancak şu bir gerçektir ki, söz konusu örümcek fosili, bulunan tek örnek değildir. Yapılan kazılarla ortaya çıkarılmış ve yüz milyonlarca yıl öncesine ait örümcek fosilleri mevcuttur ve bunlar dünyanın çeşitli ülkelerinde müzelerde sergilenmektedir. Bilinen en eski ve en eksiksiz su örümceği fosili, günümüzden 425 milyon yıl öncesine aittir ve bu canlıların milyonlarca yıldan beri değişmeden kaldıklarının önemli bir delilidir.36 Yeryüzü, örümcek gibi milyonlarca yıl öncesinden kalan, günümüz canlılarının ve soyu tükenmiş diğerlerinin sayısız fosil örneğini barındırmaktadır. Bu kitapla gözler önüne serilen fosiller, çeşitli müzelerde saklanan milyonlarca örnekten sadece birkaçıdır.

Devonian Dönemi'ne ait (408-360 milyon yıl önce)Avustralya akciğerli balığı. Evrimciler, akciğerli balıkların, amfibiyenlerin atası olduğunu iddia ederler. Ancak bu balıkların akciğer yapısının kara canlılarının akciğerleri ile hiçbir benzerliği bulunmamaktadır.